Aynı fikirde olmamız gerekmediği konusunda hemfikiriz…

H. Murat Şermet

İlk günler nasıl da şaşırtıcıydı değil mi? Herkes için…
İçindeki “karşı çıkma” hissini -artık- bastıramayan ve sonrasında günlerce evinin kapısından içeri giremeyen, hayatında -belki de- ilk kez “bir dakika yahu” diyerek yanındakine bakan ve tanımadığı biriyle gözgöze gelen, gözlerini kaçırmayan, sonrasında aynı parka doğru yürüyen insanlar.

Sokakların kendilerine ait/ kendileri için olduğunu “idrak etti” insanlar, ama öncelikle gençler, parkların, ağaçların… “Yasal Şiddet” ile apaçık bir karşılaşmanın yarattığı ürküten tereddüt ve panzehiri mizahın/ gülmenin gücünü kimi önceden bilen, kimi o an fark eden herkes, yeni bir algı evreni oluştuğunu gördü, hissetti. Toplumlar için: “Bazen 30 yılda 1 dakika, bazen 1 dakikada 30 yıl geçer” dedikleri bu olsa gerek.

“Kişisel olan politiktir”
“Atomize ve apolitik” türünden önyargılarla etiketlenmiş insan teklerinden, birlikte hareket eden “direnişçi kitlesi” haline dönüşmenin hızı ve kolaylığı karşısında, iktidar kadrolarının, önceden tespit edemediklerini düşündükleri birtakım “organize odaklar” aramaları, kabul edilmesi gerekmese de anlaşılır bir kaygı… Sonuçta “mühür kimdeyse Süleyman odur” geleneği, bu ülkede çoğunluğun kabul ettiği en meşhur “reel politik” değil midir?

Kadınların binyılı
Kadınlar nihayet öğretmeye karar verdi; 20. yüzyılın en kalıcı yaklaşımlarından olan ve artık 21. yüzyılın en önemli hakikatlerinden biri haline gelen bu yaklaşımı, hep birlikte yaşayarak öğreneceğiz: Kişisel olan politiktir.
Ve fakat, güncel muktedirlerin de, yaşanan süreçle ilgili kritik başlıkları, mümkün olduğunca kadın bileşenler üzerinden tartışmaya çalıştığını görmek de (ya da öne çıkan bileşenlerin kadın olmasına sessiz kalmaları) ilginç ve içeriklerinden bağımsız ve aynı cümleden olarak, bence ilerleme sayılmalı… Bu yetki ve gücü kazanan kadınlar gelecekte de konuşmaya ve fikir üretmeye devam edecekler şüphesiz.

Azarlanmamak isteği lütuf beklentisi midir?
Geçtiğimiz günlerde çok etkilendiğim pek çok tweet okudum, bazıları ise gerçekten çok çarpıcı idi; genç bir kadın: “Her gün, bu ülkenin” diye başlayan cümlesinde, mülki amirleri sıralayıp: “tarafından tehdit edilip hakarete uğrayarak yaşamak zorunda değilim!” yazmış.

Mana ile mefhum
20. yüzyılın, köhnediği herkesçe apaçık görülen kavramlarıyla düşünülüp konuşulduğunda, insanların; muktedir ya da mağdur kim olursa olsun, farkında olmadan saçmalamaya ve karşısındakini suçlamaya başlamaları tesadüf olabilir mi?
Bunun “gayet” farkında olan gençliğin geliştirdiği mizahı besleyen ve o mizahın ortaya çıkardığı ana gerçeklik de asıl bu değil mi?

Rakamlar hakkında
[ http://bit.ly/12SVGYj]
Serdar Kuzuluoğlu’nun, ayrıntıları yukarıdaki linkte olan, okunması kesinlikle gereken yazısında bulunan tek bir rakam dahi, yeterince fikir verecektir:
29 Mayıs’ta 1 milyon 800 binlerdeki aktif kullanıcı sayısı 10 Haziran’da 9 buçuk milyon kişiyi geçmiş. Yani 11 günde yaklaşık 8 milyon yeni kullanıcı. Nasıl okunduğundan bağımsız olarak: Gerçekten de bir baş belası… Bu cümleden olarak şu yazı da okunmalı diye düşünüyorum.
[http://bit.ly/13k7JKs]

“Kahrolsun bağzı şeyler” ve yaşasın gençler
Böylesi karmaşık bir konuda hakikati işaret eden tespitler yazmak elbette çok zor. O nedenle anlamlı bulduğum bazı üstbaşlıkları belirtmek biraz yardımcı olabilir.
http://bbc.in/11APpdn Türkiye-Brezilya-Bulgaristan: Küresel gençlik isyanlarının ortak simgeleri yazısı da önemli.

Cihat Burak’ın resimleriyiz
Sürecin doğal akışı dahilinde ama bir patlama halinde, binlerce, aslında sayısız, sanat eseri ortaya çıktı, o kadar öyle ki: İstanbul’a ayak basar basmaz kendisini Gezi eyleminin içinde bulunan Güney Afrikalı sanatçı Kendell Geers’e göre; “eylemin yaratıcılığı bu yıl düzenlenecek İstanbul Bienali’ni anlamsız kıldı.”
[http://bit.ly/19fsyvB]
Önceki yazılardan birinde, “Gelecek bizi bekliyor mu gerçekten?” başlığı altında, teknolojik gelişmeler “ kültürlerarası ilişkileri, steril bir ortamda, ama ışık hızında birbirine evirirken” geleceği nasıl tanımlayabileceğimiz hakkında düşünmeyi denemiştim.
[http://bit.ly/12rnbG4]
Yaşananlardan  sonra, Brezilya üzerinden bir yanıt belirmiş gibi görünüyor: “Aşk bitti: Burası artık Türkiye.” sloganı meseleyi herhangi bir açıklamaya gerek bırakmayacak kadar net anlatmıyor mu?
[http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/ 2013/06/130614_brezilya_protesto.shtml]
Sosyal medya ortamlarında paylaşılan NYC, Sydney, Paris ve neredeyse dünyanın tüm büyük kentlerinde çekilmiş #duraninsan fotoğrafları, #direngezi eylemlerinin fotoğrafları, olaylar sırasında çekilmiş, her açı ve mekandan fotoğraflar, videolar, yapılan canlı yayınlar, bu imkanların yalnızca kendilerinde olduğundan emin “konvansiyonel medya” stratejistlerinin bütün argümanlarını ellerinden almaya devam ediyor.

Bir gecede politikleşen nesil
“Yemek yerken fotoğraf koyuyorlar, bu ne görgüsüzlük?” internetteki benzeri “paylaşımlar” nedeniyle, sürekli küçümsenen sayısal ortam bağımlıları, ama özellikle 90 kuşağı, neredeyse sürecin tamamının görsel tarihini, an be an, yine aynı mecralardan paylaştılar ve bunların “apaçık gerçek kadar gerçek” olmaları, yepyeni bazı sosyolojik farkındalıklar ve bir tür “vatandaş medyası” yarattı.
Duran adam “hareketinin” birkaç saatte dünya gündemine oturması, onlarca şehre ve dünyanın pek çok ülkesinde dakikalar içinde yayılması, 20. yüzyıl kavramları ve düşünme kalıplarıyla biçimlenmiş zihniyetlerde ağır travmalara neden oluyor ve olmaya da devam edecek şüphesiz.

Sonuçlarından etkileneceksem fikrimi hesaba katacaksın
Koşulsuz sahip çıkma ve koşulsuz reddetmenin bir yerde birleşeceği aşikar, ama nerede?
Hayat, mevsim normallerine döndüğünde, ya kayıplara birlikte ağlanacak ve kazanımlar herkesin daha mutlu olmasına neden olacak ya da herkes kendi cephesinde acısını ve düşmanlıklarını besleyip büyütecek ve görünen o ki, bu kararı geleceğin gerçek sahipleri olan gençler verecek.
Camus’nün insanı aydınlatan pek çok sözü vardır: “Özgürlük gelecek umudu değildir. O, şu ‘an’adır ve insanlarla ve şu andaki dünyayla uyumludur.” sözü de bunlardan biri. John Berger de: “Protesto, sıfırlanmayı ve suskunluğa mahkûm edilmeyi reddetmektir.” diyor o cümleye eklermiş gibi; uzun lafa ne hacet?
[http://www.edebiyathaber.net/john-bergerden-protesto-uzerine]

Her konuda değil ama, bazı konularda hemfikiriz
Hep iyimser baktık ama, yaşananların gösterdiği pek çok korkunç gerçek arasından biri; dayak atarak/yiyerek öğrenmek/öğretmek dışında bir yol bulmakta güçlük çeken bir ülke olmak yeterince büyük bir ceza değil mi? Gençlerin bunun dışında bir yol arıyor olması da tek gerçek umut bence…
Bütün bunların okumakta olduğunuz bu bilgi toplumu teknolojileri gazetesiyle ilgili kısmı oldukça açık sanırım, toplumda gelişen bu farkındalığı üreten büyük sinerjinin temel aracı: Teknoloji…